100 yıl dediğin ne ki?

100 yıl sonra yazı dizimizin ilk eseri Sunay Demircan’dan geliyor. İyi okumalar!

 

Ne edeyim ben OECD, FAO, WB verileriyle üretilmiş kehaneti?

Geleceği bileceksen, gözünü kapayıp, yaradana sığınacak ve diyeceksin.

100 yıl sonra ne olacak?

 

Sen olmayacaksın bir kere, o belli.

Ama, ‘o ne demiş, bunun neyi n’etmiş’ gibilerin peşinde çaydanlık kaynatanlar

hep olacak.

Bu arada ışık, yüzlerce yıl sonra, yeniden doğudan doğacak.

Çin, Hindistan ve nihayet Anadolu…

Yazık ki, Mısır ve Babil eskiye göre, kaybeden olacak.

Sonra, dinler…

Ezoteri alıp başını gidecek, batından çıkan ses her yana yayılacak.

Zihnin sınırları zorlanacak.

Telepati kablosuz iletişimin yerini alacak.

Her bir kişi bireysel aydınlanmasının peşinde, kendiyle uğraşacak.

Mesih bekleyenler artacak…

Bu kadar bekleyen olunca, ortalık minik mesihçikler dolacak.

Böylelikle, ulusal kimlikler de, iktidar peşinde koşan dinsel inançlar da zayıflayacak.

Her bir birey bir başına bir dünya olduğunu nihayet görecek.

 

Devlet bitecek, şirketler devletleşecek.

Ama, çok daha insan ve doğa sever olacaklar.

Kapitalizm tarihinin en büyük değişimini yaşayacak.

Doğa korumadan, insan haklarına…

Her bir konunun savunuculuğunu şirketler yapar hale gelecekler.

Ha, aklıma gelmişken, okulu da onlar, yeniden kuracaklar.

 

Sivil toplum örgütlenmenin anlamsızlığını ve esirleştirici gücünü kavrayıp, bireyin özgürleşmesine ağırlık verecek.

Ama Bach hala dinlenecek…

En değerli doğal alanları müze olarak özel şirketler işletecek.

Nadir türler, nadir tablolar kadar seyirci çekecek.

 

Kentler ortaçağın kalelerle çevrili prensliklerine dönecek, güvenlik kaygısıyla her bir sitenin çevresi surlarla çevrilecek.

Her sitenin kendine göre güvenliği, yasası, yönetici kitlesi ve ekonomisi olacak.

Yoksullar zenginlerin en büyük belası olacak ve savaşlar AVM’leri yağmalamak isteyen yoksullara karşı önlem almak için çırpınan zenginlerle, onlara gıcık olanlar arasında çıkacak.

 

Kimse uzun menzilli füze üretmeyecek…

Dünyada üretilmiş bilumum balistik silahların son kullanma tarihleri geçecek ve ciddi bir atık problemi yaratacaklar.

Bunu atacak yer bulma sıkıntısı çeken üretici şirketler, “barı savaş çıksın da denizler kirlenmesin” gibi bir çevreci zihniyetle, kararlar verecekler.

Geleceğin mesleği atık yoketme ve acil durumlara/felaketlere çözümler üretme mühendisliği olacak.

İnsanlar gerçek domatesin, mısırın, kahvenin, tereyağının, hıyarın ve mandalinanın kokusunu bilmeyecekler ama bilmedikleri için de bunu bilmemenin bir anlamı olmayacak (biz de dodo kuşunun dışkısının nasıl koktuğunu bilmiyoruz, di mi?).

Sütü inekler üretmeyecek, sütün içinde yeralan tüm mineralleri, vitaminleri içeren, daha ucuz sıvılar üretilebilecek.

İnekler lüzümsuz yaratıklar olarak, yok olacaklar.

Akçaabat köftesi de, sarımsak, soğan ve ekmek tekribinden müteşekkil, mamül ürün olacak.

Ama koyun sayısı artacak.

Çünkü  “ne olacak bu memleketin hali?” sorusunun ardı arkası gelmeyecek.

İnsanlar bu sorunun eşliğinde rakı içmekten geri durmayacaklar.

Rakının yanına ille de kavun ve Ezine Klasik diye tutturacaklar.

Eh, o zaman ve her zaman Ezine Klasik hürmetine, koyunlara gün doğacak.

 

Ama, Avrupa’da birlik de, dirlik kalmayacak.

Almanya İmparatorluk günlerini özleyecek.

Belçika, Hollanda, İsviçre gibi ülkeler dünyada ilk sınırsız ülke kavramını uygulayacaklar ve devlet değil, şehirlerden ibaret kantonluklara geri dönecekler.

Evrenin en gereksiz kuruluşu olan Birleşmiş Milletler minik minik ajanslar haline dönüşecek.

AVM’leri ve zengin şehir devletleri yağmalamak isteyen yoksulları uzak tutmak için; uluslararası bir jandarma gücüne her zamankinden daha çok gerek duyulacak.

O zamanki Türkiye Başkanı “bu sorumluluğu almaktan uzak durmak bize yakışmaz” gibi veciz bir söz söyleyecek kürsü arayacak.

Askerlik bitecek, savunma işi ihaleyle şirketlere verilecek.

Hukuk da özel sektöre devredilecek.

Fareler, kargalar, martılar ve saksağanlar gibi, insanlarla geçinmeyi iyi bilen canlılar umulmadık derecede artacaklar.

 

O günkü Anadolu’nun nüfusu 92 milyon olacak ve bunun sadece 7 milyonu kırsal alanlarda yaşayacak.

Boşaltılmış doğal alanlarda ormanlar geri gelecek.

Tarımsal üretim tarlalardan, çok katlı üretim apartmanlarına taşınacak.

Sebzeler suda üretilecek.

Erozyon üzerine bir muhabbet ortadan kalkacak.

Toprakların çoğu seramik hamuru olacak.

Anadoluda kazmayı vurduğun yerden petrol çıkacak, zira her yer petrol borusuyla dolacak.

Petrol ve doğal gaz için “biterse halimiz ne olacak?” muhabbeti yine yapılacak.

O mübarekler de bitmek bilmeyecek.

 

100 yıl dediğin ne ki?

Göz açıp kapayana kadar geçecek.

Bize de o zaman “geçkin” denilecek.

 

3 thoughts on “100 yıl dediğin ne ki?

  1. :)) ‘ekolojik diktatörlük’ diye bir kitap okumuştum. bilim kurgu; o aklıma geldi. kitabı, bu yazıyla yeniden hatırlamak hoşuma gitti:) böyle yazılar beni hep çok endişelendirir normalde. ama bunda tatlı bir nükte var. ‘hay kalemine sağlık’ demek düştü bu sefer 🙂 sen, çok yaşa Sunay! tabii bu nida biraz ironik oldu. daha doğrusu nasıl ve ne kadar uzunlıkta istiyorsan; öyle yaşa.

  2. Böyle keyiflenerek okuduğum bir yazı daha önce hiç olmadı.Teşekkürler Sunay.

  3. Her zamanki gibi çok keyif aldım… Ellerine sağlık… Peki ne yani, boşuna mı uğraşıyoruz? Yoksa kendi dünyamız için mi birşeyler yapıyoruz? Yaşasın ben!

Yorum bırakın